Doktorum, bana acı gerçeği söylediği zaman, bir an duraladım. Kaybedecek neyim vardı? Tanrı bana uzun denecek bir ömür bahşetmişti. Bu süreyi nasıl kullanmıştım? Kendimi sorguladım:

Ömrümün 30 yılı yurdun dört bir köşesinde (Erzurum’dan Trakya’ya kadar) öğretmenlik yaparak geçmişti. Bugün bazıları üst düzeyde olan binlerce öğrenci yetiştirmiştim. Öğrencilerim arasında hiçbir ayırım yapmamış, hatta fakir, özürlü, tembel öğrencilerimle daha fazla ilgilenmiş, bir saç okşamanın, ne mucizeler yarattığını gözlemlemiştim.

Emekli olduktan sonra durmamış, birikimlerimi ve ilginç anılarımı, bazı gazete ve dergilerde okurlarla paylaşmıştım.

Atalarımın “93 Harbi”nde Rumeli’den Anadolu’ya göç edişlerini, başlarından geçen olayları anlatan “Yerebakan Gülleri” isimli bir de kitap yazmış, bunu, belge ve fotoğraflarla süslemiştim. Fırsat buldukça dünyayı dolaşmış, birçok ülke ve insan tanımıştım. Bu arada biri Prof. Dr. olan iki de evlat yetiştirmiştim.

Bir yazar, “Ölüm gelip de insan, bu dünyaya gözlerini kapayacağı zaman ‘ben, bu işleri yaptım, bu insanları yetiştirdim, şu kitapları yazdım, şu kalpleri kazandım’ diyebiliyorsa, en büyük eseri olan hayatını, gönül rahatlığı ile tamamlamış demektir.” der.

Zorlu bir ameliyata girerken (zira yaşlı ve aynı zamanda ağır bir kalp hastasıydım) genç doktorlara,

– “Benim kaybedecek bir şeyim yok. Hayatımı dolu dolu yaşadım. Ters bir durumla karşılaşırsanız, lütfen üzülmeyin, çünkü ben çok mutluyum.” demiştim.

Narkozun etkisi geçince, ilk sözüm

– “Saat kaç?” diye sormak oldu.
– “Akşamın beşi” dediklerinde,
– “Şaka ediyorsunuz!” dedim. Demek ki ameliyatım dokuz saat sürmüştü ve ben, yaşıyordum.

Güzel sayılabilecek bir yaşantım olmuştu. Elbet benim de acılı, fırtınalı günlerim yok değildi; oğlumu ve eşimi aynı zamanda kaybetmenin acılarını yaşamıştım. Bu günlerimde, dilimden düşürmediğim o meşhur duayı(*) okudum hep:

– “Tanrım, değiştirilmesi elimde olmayan şeyler için bana güç ve sabır ver ki dayanabileyim.” dedim.

Kendi acılarımla başkalarını üzmedim. Onlar, benim için özeldi. Zaten herkesin kendine göre sorunları vardı. Rahmetli babam

– “Dünyanın bütün dertlerini toplayıp hamur etmişler, herkese eşit üleştirmişler de insan gene eski dertlerine razı olmuş.” derdi.

Ameliyatım süresince yakınlarımın, arkadaşlarımın ve sevenlerimin hastane bahçesinde ve çay salonunda bekleştiklerini öğrendiğimde, Kızılderililerin meşhur atasözünü anımsadım;

“Doğduğunda sen ağlamıştın, herkes bayram etmişti. Öyle işler yap ki öldüğünde de herkes ağlasın.”

Ben, yaşarken bu denli sevildiğini gören ender insanlardan biriydim. Bu, bana yetmez mi?

(Bütün Dünya Nisan 2013)
(Yeni Haber 26/1/2013)

——————————

(*)Tanrım,
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek,
Zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak ve yalan söylememek için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen, mutluluğumu alma.
Eğer bana güçler verirsen, beni muhakeme yeteneğimden
Eğer başarı verirsen, beni alçakgönüllüğümden
Eğer bana alçakgönüllülük verirsen, beni saygınlığımdan yoksun bırakma.
Benim düşüncelerime katılmıyorlar diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak, onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini sevmeyi ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğumda sarhoşluğuna izin verme,
Başarısız olursam umutsuzluğa düşmeme.
Başarısızlığın başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.
Hoşgörünün, güçlerin en büyüğü olduğunu ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünümü olduğunu öğret bana.
Eğer beni paradan yoksun bırakırsan bana umudu ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan, başarısızlığı yenebilmek için bana irade gücünü bırak.
Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan inancın lütfunu bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücü ver bana,
Ve eğer insanlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücü ver bana.
Tanrım,
Eğer seni unutursam, sen beni unutma !

Mahatma GANDHI
(Gönderi: Sebahat Önen)