Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956)
Yaş 35, yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün
derken, insan ömrünü 70 yıl olarak düşünmüş. 70, iyi bir yaş… Bunu söylerken, kendisinin yolun yarısını geçe pisti terkedeceğini nereden bilecekti.

Çocukluğumuzda 40 yaşında ölen bir insan için “yaşlı” diye düşünürdüm. 40, say say bitmez. Şimdi 40’lı yaşları çoktan geride bıraktığımızda “Zavallı pek de gençmiş” diyoruz.

İnsanın değeri, yaşadığı yıllarla değil, yaşam kalitesiyle ölçülür. Atatürk 57 yıla ne büyük işler sığdırmış. Mimar Sinan (1489-1588) bir yüzyıl yaşamasaydı, ömrüne 364 ölümsüz eser, küçükleri de sayarsak 700 eser (Doç. Dr. Sefa Saygılı’ya göre) sığdırabilir miydi?

Prof. Mina Urgan “Bir Dinozor’un Anıları”nı yazarken, “Bugün 82 yaşıma bastım. Bu işi tamamlamaya ömrüm yeter mi bilmem. Ama bunu, mutlaka deneyeceğim” diyor. Tamamlamak şöyle dursun, kitabının satış rekorlarını kırdığını görme mutluluğunu bile yaşamış. Bizler de 80 yaşına yaklaştığımızda nesli tükenen dinozor mu olduk ne!.. diyoruz.

Sn. Ekrem Balıbek, 76 yaşına basarken “Yeter artık, köşeme çekilip biraz da dinleneyim” mi diyor?

Dile kolay!.. “Yeni Haber” gibi saygın, düzeyli bir gazeteyi, 40 yıl aralıksız, ödün vermeden, renk değiştirmeden, kalemini satmadan, takılmak istenen çelmelere rağmen tökezlemeden, yaşatabilmek hiç de kolay olmasa gerek.

Gazetecilik, kültür ister, araştırıcılık ister, birikim ister, azim, özveri, hatta yürek ister, yürek!

“Yeni Haber” 41 yılına 12 bin 106’ncı sayısıyla başlarken (41 kere maşallah) diyelim. Bu kadar gün karda, yağmurda, sabahın köründe bir çok evlerde henüz kahvaltı sofrası bile kurulmadan yollara düşmek az şey mi? 12 bin küsur gün masa başında geçirilmiş bir hayat!.. Özel zevklerinden, özel yaşamından çalınmış bunca gün!.. Sanırım, Sn. Balıbek bir sabah uykusunun zevkine varamamış, bir tiyatro eserini seyrederken bile ertesi gün yazacağı yazının taslağını şekillendirmektedir kafasında… O, güçlü bir gazeteci, rüzgarlara göğüs germiş, koca bir çınardır, kutlamak isterim.

Bir yazar, “Ölüm gelip de insan bu dünyaya veda edeceği zaman, ben bu işleri yaptım, bu eserleri yazdım, şu insanları yetiştirdim, şu iyilikleri yaptım, şu kalpleri kazandım diyebiliyorsa, en büyük eseri, hayatını gönül rahatlığı ile tamamlamıştır demektir” diyor.

Nice insanlar, değil etraflarına, çoluk çocuğuna, kendilerine bile faydası olmadan bu dünyayı terk etmişlerdir. Bunlar son neeslerini verdikleri an, ölmüşlerdir, unutulmaya mahkumdurlar. Bir Mimar Sinan’ı, bir Mevlana’yı, Fatih Sultan Mehmet’i öldürebilir misiniz? Bu kişiler, ölümsüzlüğün gizine ermişlerdir.

Hepimiz bu dünyada geçiciyiz. Elbet bir gün bizim de son kampanamız çalacak, yaşama son noktayı koyacağız.

Şu Kızılderili atasözünü pek beğenirim:

Doğduğunda sen ağlamıştın, herkes bayram etmişti. Öyle bir hayatın olsun ki öldüğünde herkes ağlasın, sen bayram et!..

Arkamızdan ağlayanlarımızın çok olması dileğiyle…

(Yeni Haber 7 Kasım 2008)